TÜKETİM AHLÂKI VE İSRAF
GÜNDEMAYET-İ KERİME
“Onlar, harcama yaptıklarında ne israf ederler ne de cimri davranırlar. Bu ikisi arasında bir yol tutarlar.”[ Furkân, 25/67.]
HADİS-İ ŞERİF
Bir defasında Hz. Peygamber (sav) Sa’d’e uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (sav), (onun suyu aşırı kullandığını görünce) bu israf nedir? diye sordu. Sa’d de Abdestte de israf olur mu? dedi. Hz. Peygamber (sav) de “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile israftır” şeklinde cevap verdi. (İbn Mâce, Taharet, 48;)
TÜKETİM AHLÂKI VE İSRAF
Yüce Allah bizler için sayısız nimetler yaratmıştır; Kur’an’ın ifadesiyle bunları saymakla bitiremeyiz. (Nahl, 16/18.) Dünya ve erişebildiğimiz diğer âlemler sayısız nimetler üretmeye müsaittir. Fakat şu bir gerçektir ki, insan denen varlığın sınırsız ihtirasları ve arzuları vardır. İktisadi prensip olarak ihtiyaçlar-arzu ve istekler sınırsızdır. Buna karşılık yeryüzünde yeraltı ve yerüstü servetleri ihtiyaçlara kıyasla göreceli olarak sınırlıdır. Dolayısıyla insanlar seçimlerini iktisadî ve ahlâki kurallara uygun olarak yapmağa mecburdurlar. Bu nedenle tüketimde, ölçülere uygun davranış, meşrûiyet, helal-haram ölçüsü, zaruret derecesine göre ihtiyaçların sıralanması ve her kademede israftan kaçınılması vardır.
İsraf, sahip olduğumuz nimet ve imkânları ölçüsüzce kullanmaktır. Har vurup, harman savurmaktır. Hiç tükenmeyecek gibi bilinçsizce harcamaktır. Ve israf, sadece sofralarımıza hasredilemeyecek kadar kapsamlı bir kavramdır. Mesela akıl nimetini iman ve hikmetle buluşturamaması, insan için en büyük israftır. Şu kısacık ömrümüzün dünya ve âhiretimize faydası olmayan beyhude meşgalelerle heba edilmesi, zamanın israfıdır. Zararlı alışkanlıklarla zihnin ve bedenin tehlikeye atılması, sağlığın israfıdır. Sahip olduğumuz ilmi ve tecrübeyi insanlığın hayrına kullanmamak, bilginin israfıdır. Kendisinden yaratılıp beslendiğimiz toprağın, hayat kaynağımız olan suyun, her bir nefesimizde muhtaç olduğumuz havanın hoyratça kirletilmesi, tabiatın israfıdır. Gelecek nesillere mamur ve yaşanılır bir çevre bırakmamız gerekirken, bize emanet edilen yeryüzünü kötülüklerin esiri haline getirmek, yaşadığımız kâinatın israfıdır.
İslâm’da bir yandan tüketimde yapılacak aşırı harcamalar kınanırken, diğer yandan haksız veya “göze batan” tüketim eleştirilir. Bu nedenle, bir kimse parasını harcarken dikkate almak zorunda olduğu şey, sadece kendi kesesi değil, aksine bir bütün olarak cemiyetin kesesi ya da kasasıdır. İslâmî prensiplere göre tüketim harcamaları tek başına gelirin bir fonksiyonu değildir. Çünkü her ne kadar gelir artsa da tüketim alanları Allah’ın emir ve yasaklarıyla tanzim edilmiştir. Meşru alanların dışında tüketim yasaklandığı gibi, meşru alanlarda da “israf etmeme” prensibi konulmuştur. “Ey Ademoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez. (Araf, 7/31) buyurmuştur. Ayrıca kişinin reel gelirleri arttıkça bunu yalnızca kendi tüketimi için değil, aynı zamanda yoksul akrabalarının ve komşularının tüketimi için de kullanma sorumluluğu getirilmiştir. (Bkz, Nisâ,4/36; İsrâ,17/26-27) Buna göre bireyin tüketime dayalı davranışı, yalnızca kendi gelirinin bir fonksiyonu olmayacak, toplumun diğer üyelerinin de tüketim düzeylerini dikkate alacaktır. Çünkü Müslüman bir bireyin çevresinde olup bitenlere bîgane kalması, insanların acı ve ıstıraplarına karşı duyarsız davranması gerçek müminlikle bağdaşmaz.
Üzülerek belirtelim ki; günümüzde tam anlamıyla bir israf dünyasında yaşıyoruz. Savurganlık hayatımızın hemen her anını kuşatmış durumda. İnsanlık, daha çok kazanıp daha çok tüketmeye teşvik ediliyor. Harcamanın, hayatın anlamı gibi yansıtıldığı bir dünyada elbette bizim tüketim anlayışımız da hızla yara alıyor. Bir somun ekmek ile karnımızı bir gün doyurabilecekken ülkemizde her gün yaklaşık 10 milyon ekmek çöpe atılıyor. Yılda israf edilen gıda miktarı 26 milyon ton tondur. Bütün bunlar neticesinde sadece yıllık 214 milyar liramız değil, aynı zamanda alın terimiz, servetimiz, dahası geleceğimiz heba oluyor.
Oysa dünyada yiyecek bir dilim ekmek, içecek bir damla su bulamadığı için yılda on milyona yakın insan hayatını kaybediyor. Bu durumda mahrumun, mağdurun, yoksulun ümidi olan bizlere israfla mücadele konusunda büyük sorumluluk düşüyor.
Allah’ın bize verdiği her nimetin, hem imtihan vesilesi, hem de emanet olduğunu unutmayalım. Nimetin bizi dünya ve âhiret mutluluğuna eriştirmesi için özen gösterelim. Her işimizde insaflı, dengeli ve tutarlı davranalım. Yeme içmemizde, giyim kuşamımızda, harcamalarımızda ihtiyaç fazlası ve lüksten kaçınalım. Savurganlığın, her geçen gün kişiyi iflasa sürüklediğini ve Allah’ın rızasından uzaklaştırdığını aklımızdan çıkarmayalım.
FETVA
NAMAZIN DIŞINDA VE NAMAZDA TİLAVET SECDESİ NASIL YAPILIR?
Kur’an-ı Kerim okunurken secde âyetlerini okuyan veya dinleyen kimsenin tilavet secdesi yapması vaciptir. Secde âyeti okuyan kişi namazda değilse, ister âyeti okur okumaz, ister daha sonra kalkıp secdeyi yapar (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 254). Namaz kılan kişinin namazda secde âyeti okuması hâlinde, secde âyetinden sonra üç âyetten daha fazla okumayıp, rükûya eğilecekse, tilavet secdesine niyet ederek rükûya gider. Yapmış olduğu bu rükû aynı zamanda tilavet secdesi yerine de geçer. Şayet üç âyetten daha fazla okuyacaksa, tilavet secdesine niyet ederek doğrudan secdeye gider ve bir defa secde yaptıktan sonra ayağa kalkıp kaldığı yerden kıraate devam eder (el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 147).
Tilavet secdesi, namaz değilse de; taharet, kıbleye dönmek, niyet etmek, avret yerlerinin örtülü olması gibi namazda aranan şartlar tilavet secdesinde de aranır. Ancak tilavet secdesinde iftitah tekbiri sünnettir. Tilavet secdesi yapacak kişi, ellerini kaldırmadan doğrudan doğruya ‘Allahu ekber’ diyerek bir kere secdeye gidip üç defa “Sübhane Rabbiye’l-alâ” dedikten sonra yine ‘Allahu ekber’ diyerek secdeden kalkar. Böylece tilavet secdesi tamamlanmış olur. Yani tilavet secdesinden sonra teşehhüt miktarı oturmak ve selam yoktur. Tilavet secdesini gerektiren âyetleri işiten kişinin, hemen secde yapmaya fırsat bulamaz ise, “Semi’nâ ve eta’nâ ğufrâneke Rabbena ve ileyke’l-masîr” demesi müstehaptır. O anda yapamadığı secdeyi daha sonra yapar (Şürünbülâlî, Merâkı’l-felâh, s. 183).
DUA
“Rabbimiz! Bütün işlerimizdeki israfımızı, ölçüsüzlüğümüzü, cahilliğimizi, hatalarımızı ve bizden daha iyi bildiğin her türlü kusurumuzu bağışla! Ya Rabbi! Ciddi ve şaka yollu yaptığımız yanlışlarımızı, bilerek ya da bilmeyerek işlediğimiz günahlarımızı affeyle!”[ Müslim, Zikir, 70.]
(NOT: Bu sayfa Çorlu Müftülüğü tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından yararlanarak hazırlanmıştır.)
İlginizi Çekebilir