© Manşet 59

CHP SÖZCÜSÜ ÖZTRAK: “ERDOĞAN NE ZAMAN PUTİN’İN ŞANTİYE ŞEFİ OLDU?

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak’ın CHP Genel Merkezi’nde düzenlenen basın toplantısında “Türkiye’de çürüyen bir şeyler var. pisliğin üstünü örtmek için, baskıya ve yalana sarılıyorlar” dedi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:

 “Güç yozlaştırır. Mutlak güç, mutlaka yozlaştırır.” Gücün tek elde toplandığı Saray rejimlerinde, yozlaşma ve çürüme kaçınılmazdır. “Danimarka Krallığında, çürüyen bir şeyler var.” İşte Shakespeare’in Hamlet adlı eserindeki bu meşhur tirat; Saray rejimlerindeki yozlaşma ve çürümeyi, ta çağlar ötesinden bugünlere taşır. İnsanlığın yüzyıllarca süren özgürlük mücadelesinin, bu çürümeye bulduğu çarenin adı ise “Demokrasi ve Hukuk Devleti”dir. Demokrasilerde, Saraylara yer yoktur. Çünkü saraylar içindekilerle beraber yozlaşıp çürürken, toplumu da çürütür. Demokrasi bu çürümeyi engelleyen, gücün dengelenip, denetlendiği rejimlerin adıdır.

“TÜRKİYE’DE ÇÜRÜYEN BİR ŞEYLER VAR”

Ne yazık ki bugün, “Türkiye’de de çürüyen bir şeyler var.” Çürüyen Erdoğan’ın tek kişilik Saray Rejimi. Çürüyüp, kokuşan bu rejimin, her yerinden irin akıyor. Kötü kokular arşı alaya yükseliyor. Güzel ülkemizin havasını zehirliyor. Pisliğin üstünü örtmek için, baskıya ve yalana sarılıyorlar. Baskıyla, yalanla millete hesap vermekten kaçanlar, çürüme ve yozlaşmayı daha da hızlandırıyor. Arsızlık bu çürümüş yönetimin elinde, tek siyasi sermayeye dönüşüyor. Bunun en son örneğini, Erdoğan’ın Soçi dönüşünde gördük. Erdoğan 20 yıldır iktidarda. Üstüne diktirdiği saray rejimi kılığıyla, 4 yıldır işleri tek başına yürütüyor. Balıklı Rum Hastanesi’nde yangın çıkıyor. Sarayın sözcüsü sıkılmadan millete yangına müdahale edebilmek için, Erdoğan’dan talimat beklendiğini söylüyor. Ne zamandan beri, İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı itfaiye, Erdoğan’ın emrine girdi?

“KPSS SKANDALI ÇÜRÜMEYİ GÖZLER ÖNÜNE SERDİ”

Ama iş KPSS sorularının çalınmasına gelince, sorumlu Saray ve Erdoğan değil. Sorumlu kim? Sorunu gündeme taşıyan, gençlerimize destek veren, Sayın Genel Başkanımız ve Altılı Masa. Memnuniyetler Saray’a, şikâyetler Altılı Masaya. Ülkede döviz kıtlığına sebep olurlar, “Stokçu” diyerek, sanayiciyi suçlarlar. Durduk yere enflasyon canavarını uyandırırlar, “Şükürsüz” diyerek milleti suçlarlar. KPSS sorularını çaldırırlar, “Altılı Masa” diyerek, muhalefeti suçlarlar. Ne diyelim; “Arsız güçlü olunca, haklıyı suçlu çıkarmaya uğraşırmış.” Saray ve şürekâsının yaptığı tam da bu… Aslında KPSS sınav sorularının çalınması, Saray rejimindeki korkunç çürümeyi, bir kez daha gözler önüne serdi. Gençlerimizin sosyal medyadan feryatları yükselmeseydi, milletin baskısı, bu rezaleti örtbas edilmez noktaya getirmeseydi, Erdoğan yine geçmişte yaptığını yapardı. Çalınan sorularla, yüzbinlerce evladımızın hakkının, hukukunun yenmesine, göz yumardı.

“HALA LİYAKAT YERİNE SADAKAT DİYORLAR”

Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu olarak, ÖSYM ve ÖSYM’deki sınav usulsüzlüklerinin araştırılması için, 2009 yılından bu yana tam 20 önerge vermişiz. Hepsinde de Erdoğan kulağının üstüne yattı. Ülkenin askeriyesini, adliyesini, mülkiyesini, nasıl FETÖ’ye teslim ettiyse, ÖSYM’yi de teslim etmiş. Liyakat yerine, tarikat ve sadakat demiş. Uyarılarımızı dinlememiş. Zaman kimi haklı çıkardı? Elbette mutlu değiliz ama bizi haklı çıkardı. Şimdi tam da seçim öncesi, bir kez daha suçüstü yakalanınca, hasarı kontrol edebilmek için Devlet Denetleme Kurulu’nu görevlendirdi Erdoğan. Ardından da bu sınavı iptal etmek zorunda kaldı. Milyonlarca gencimizin hayalleriyle, umutlarıyla oynadılar. Milyonlarca ailenin emeğini çaldılar. Ama hala liyakat yerine, Saraya sadakat ve tarikat demeye devam ediyorlar. Hatalarından hiç mi hiç ders almıyorlar. Erdoğan hatasında ısrar ediyor. Hata bir kez olursa hatadır. Tekrarlanırsa, bu artık bir tercihtir. Erdoğan’ın tercihi de bellidir. Yanlışı yanlış yerde aramak, yanlışların en büyüğüdür. Yaşadığımız bu sınav skandalının sorumlusu, Çürümüş Saray Rejimidir. Bunu da milletimiz çok iyi bilmektedir. Gereğini yapmak, Erdoğan’dan bunun hesabını sormak için, sabırsızlıkla sandığı beklemektedir.

“ÇÜRÜME O KADAR KORKUNÇ Kİ FİLTRE KURTARMIYOR”

Çürümüş saray rejimlerinde işler, karanlık dehlizlerde, kapalı kapılar ardında yürütülür. İhaleler kime verilecek, kimler ihale edilmiş işi, kimlerin ihale edilmiş işleri ellerinden alınacak, hepsi sarayın karanlık dehlizlerinde karara bağlanır. Saray Rejimlerinde, devletlerarası ilişiklerde de, şeffaflık değil, karartma hâkimdir. Aile üyeleri devlet protokolüne taşınır. İkili toplantılara devlet görevlileri değil, sadakatinden şüphe duyulmayan, aileye yakın, özel seçilmiş tercümanlar alınır. Pazarlıklarda ne söylendi, neyin sözü verildi, devlet kayıtlarına girmesi arzu edilmez. Öyle ya, “söz uçar, yazı kalır.” Bir gün bu yazılı kayıtlar çıkar, delil olur. Erdoğan Putin ile baş başa görüşme için yine Soçi’ye gitti. Nedense görüşme sonrasın da, hem Erdoğan, hem de Putin kameraların karşısına geçip, soruları yanıtlamadılar. Ruslar bu talebin, Erdoğan’dan geldiğini iddia ediyor. Belki Erdoğan ve Putin yan yana soruları cevaplarsa, Akkuyu Nükleer Santrali’nde neler dönüyor, Ruslar Türk şirketini nasıl kovabiliyor, daha iyi anlayacaktık. Ama Erdoğan’ın buna izin vermediği anlaşılıyor. Onun yerine Erdoğan uçan sarayında, sen, ben, bizim çocuklar diyerek, topladığı sözde gazetecilere, Saray filtresinden geçmiş bir demeç vermiş. Ama artık çürüme o kadar korkunç ki, filtre miltre kurtarmıyor.

“ERDOĞAN PUTİN’İN ŞANTİYE ŞEFİ Mİ?”

Erdoğan: “Akkuyu’daki çalışmaları yerinde, bizzat heyetimle beraber izleyeceğim. Ondan sonra da Sayın Putin’e, oradaki gelinen durumu aktaracağım” diyor. Ben buradan soruyorum, ne zamandan beri Erdoğan Putin’in şantiye şefi oldu? Bunlar ne biçim sözler? Akkuyu’da neler olduğunu anlamak için, atlayıp şantiyeye gitmek, oradan Putin’i arayıp, şantiyenin son durumunu raporlamak nasıl bir iş? Allah Aşkına! Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamının, düşürüldüğü duruma bir bakın. Memleket toprağında Akkuyu’da neler olduğunu öğrenmek için, Erdoğan, şantiyeye gidecekmiş. Niye? Çünkü santral bizim değil, Rusların. Altını bir kez daha çiziyorum. Santral Türkiye’nin değil, Rusya’nın. Santralde üretilecek elektrik kimin? O da Rusya’nın. Türkiye, Akkuyu’da üretilecek elektriğin sadece müşterisi. Hem de elektriğin kilovatsaatine, 15 yıl boyunca KDV hariç 12,35 sent gibi, fahiş mi fahiş bedel ödemek zorunda olan bir müşteri… Biz Ruslarla daha önce de ortak projeler yaptık. Aliağa Rafinerisi, İskenderun demir-çelik gibi, önemli sanayi tesislerimizi Ruslarla beraber inşa ettik. Hem de soğuk savaşın en çetin zamanlarında. Ama bu tesislerin anahtarlarını hiçbir zaman Ruslara vermedik, anahtarlar Türkiye’de kaldı. Ama Akkuyu’nun anahtarı Türkiye’de değil. Anahtar Ruslarda…

“RUSLAR SEÇİMDE DESTEKLESİN DİYE”

Bunu biz demiyoruz. Erdoğan’ın imzaladığı bu anlaşma diyor. Anahtarı Ruslara teslim ederseniz Akkuyu’da neler döndüğünü öğrenebilmek için, atlayıp şantiyeye gitmek zorunda kalırsınız. Bu ülkenin evlatları, “Hiçbir manda ve himayeyi kabul etmeyeceğini”, bundan tam 103 yıl önce, Erzurum Kongresi’yle yedi düvele ilan etti. Kapitülasyonları 99. yıl önce Lozan Antlaşması’yla yırtıp attık. Erdoğan’a hatırlatırız: Rusya’dan seçim öncesi birkaç milyar dolar gelsin, Rus siber timleri seçimlerde Sarayı desteklesin diye, ne olursa, olsun anlayışıyla, gizli saklı götürdüğünüz işler varsa, bunlarda gün gelir önünüze düşer. Yine Shakespeare'in ünlü Hamlet eserinde söylediği gibi: “Kötü işler gömülse de yerin dibine, çıkar bir gün insanların gözü önüne.”

“ERDOĞAN ETKİSİ: DÜNYANIN 4-5 KATI ENFLASYONU YAŞIYORUZ”

Bu çürümüş saray rejiminin milletimize çıkardığı faturalar, her geçen gün ağırlaşıyor. Yetki sorumlulukla beraber gelir. Ama bunların yetkisi var. Sorumlulukları yok. Enflasyonu “faiz sebep, enflasyon netice” deyip üst üste Merkez Bankası Başkanlarını değiştirip sonrada faizi düşürüp azdıracaksınız. Ondan sonra çıkıp diyeceksiniz ki, sorumlu biz değil, dışarısı. Dünyada enerji fiyatları artıyormuş, o yüzden bizdeki fiyatlar da böyleymiş. İşte Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatına (OECD) mensup ülkelerde, enerji enflasyonu ortalama yüzde 41, bizde yüzde 172. Dünyanın 4-5 katı enflasyon yaşıyoruz. Bunun sebebi, o, bu, şu değil, bu çürümüş yönetim. Nebati Bakanı’nın söylediği gibi; “Erdoğan Etkisidir.” Yine dünyada gıda fiyatları son dört aydır, Rusya-Ukrayna Savaşı sonrası çıktığı yerden, büyük bir hızla düşüyor. Tahıl dolu gemiler boğazlardan geçip gidiyor. Ama milletimizin boğazından hala ucuz lokma geçmiyor. Dünyada yıllık gıda enflasyonu yüzde 13, bizde yüzde 95. Dünyanın 7 katı. Böyle bir gıda enflasyonu yaşıyorsak, dünyada gıda fiyatları düşerken, bizde hala daha roket gibi çıkmaya devam ediyorsa, öyle bunun sebebi dış güçler, şunlar, bunlar değil, Saray yönetimindeki çürümedir. Erdoğan etkisidir.

“MİLLET ET YEMEKTEN ÇATLIYOR SANIRSINIZ”

Yaz geldi geçiyor, domates hala 15-20 liralık fiyat etiketleriyle, tezgâhlarda duruyor. Meyve derseniz, o hepten lüks oldu, insanlarımız et unuttu. Et ve Süt Kurumu bazı koyun etlerine indirim yaptı diye bir haftadır yandaş medyada bir alayiş valâyişdir gidiyor. Et ve Süt Kurumu’nun Türkiye genelinde kaç mağazası var? Topu, topu 18. Yani millet ucuz ete ulaşabiliyor mu? Ne gezer… Sadece bu 18 mağazanın önünde kuyruklar uzadıkça uzuyor. Gelen kıymalarda, öğlen olmadan bitiyor. Ama çıkarılan gürültüye bakarsanız, çarşıda, pazarda, markette et fiyatları olağanüstü düşmüş, millet et yemekten çatlıyor sanırsınız. Ülkeyi yönetemeyenler, yine algıyı yönetmeye uğraşıyor. Markette kıymanın en ucuzu hala 120 lira. Kalitesine göre kıyma 160 liraya kadar gidiyor. Milletimiz eti geçti, suyunu kaynatmaya, kemik alamaz halde.

“BEŞ KİŞİLİK AİLENİN AYLIK EKMEK MASRAFI 1200 LİRA”

Tarımın ortaya çıktığı bu topraklarda, çocuklarımız yeterli beslenemiyor. Yetersiz beslenme; çocuklarımızda demir eksikliği, boy kısalığı, öğrenme bozukluğu… Ve daha nice araz bırakıyor. Bir nesli göz göre göre kaybediyoruz. Hadi “Proteini bırakalım et yerine bakliyattan protein alalım” desek, bir kilo nohut 40 liraya kadar çıkmış. Kuru fasulyenin kilosu 30 lira. Mercimeğin kilosu 47 lira. En ucuz protein dediğimiz yumurtanın kartonu 54 lira. Vatandaşlarımız, midelerinin gurultusunu kesmeye çalışsa, beyaz somun ekmek alsa 4 lira. Beş kişilik bir aile, günde 10 ekmek tüketse, bir ayda sadece somun ekmek masrafı 1200 lira. Vatandaşımız patatesle, makarnayla günü geçirmeye çalışsa bir paket alelade makarnanın fiyatı 10 liradan, bir kilo patates 11 liradan başlıyor. Daha yemek yapmak için bunun, yağı var, salçası var, soğanı var. İşte bu kifayetsiz yönetimin elinde, milletin tenceresi kaynamaz oldu.

“VATANDAŞLA ALENEN ALAY EDİYORLAR”

Dar gelirlinin vazgeçilemeyecek masraflarından biri beslenmeyse, diğeri de barınma tabi ki.  Birkaç milyonu aşan fiyatlarla artık ev almak sabit gelirli için hayal ötesi. Kiralar almış başını gitmiş. TÜİK’e göre son bir yılda kira artışı, sadece yüzde 26,8. Vatandaşla alenen alay ediyorlar… TÜİK’in makyajlı rakamlarını bırakıp, hayatın gerçeklerine baktığımızda, kiralar son bir yılda: Adana’da yüzde 144, Bursa’da yüzde 149, Ankara’da yüzde 156, İstanbul’da yüzde 161, İzmir’de yüzde 164 artmış. Ama dahası da var… Biliyorsunuz üniversite öğrencilerinin üniversitelerle ilgili tercihleri sona erdi üniversiteyi kazanan öğrencilerin. Yakında da bunun sonuçları açıklanacak. Gençlerimiz, gidecekleri üniversitelerden önce, gidecekleri illerdeki barınma imkânlarına, kiralara bakıyor. Öğrenci sayılarıyla öne çıkan illerimizde, son bir yıldaki kira artışları korkunç. Kiralar Eskişehir’de yüzde 162, Konya’da yüzde 173, Erzurum’da yüzde 130, Antalya’da yüzde 244 artmış. Üniversite yerleştirme sonuçları açıklandığında, bu kiraların nerelere gideceğini Allah bilir. Başka illere gidecek gençler ve aileleri şimdiden kara kara düşünmeye başlamışlar. Çürümüş saray rejimi, kendisine yazlık, kışlık, yürüyen, uçan, kaçan saraylar yaptı. Ama şu gençlerimizin yurt ve barınma sorununu 20 yıldır çözmedi.

“BORÇLARI İÇİN BÖBREĞİNİ SATAN VATANDAŞ SÖZÜN BİTTİĞİ YERDİR”

Bu çürümüş Saray düzeninde, vatandaşlarımızın borçları da, olağanüstü seviyelere geldi. Manisa’da bir vatandaşımız, özel hastanenin başhekimine, “Böbreğimi satmak istiyorum. Borcum çok. İsteyen olursa bana haber verir misin?” diye ricada bulunuyor. Bu, sözün bittiği yerdir. Saray rejimindeki çürümenin, milletimizi getirdiği yerin özetidir. Pandemi döneminde gelişmiş ülkeler, vatandaşlarını doğrudan gelir destekleriyle ayakta tutarken, Saray insanlarımıza destek yerine borç verdi. Vatandaşlarımızın borçları, olağanüstü seviyelere sıçradı.

“KORONADAN VEFAT SAYISI 5 HAFTADA 20’YE KATLANDI”

Bu arada pandemi demişken, Koronavirüs vakalarında yeniden hızlı bir artış görülüyor. Haftalık vefat sayıları Haziran ortasında 17 iken, Temmuz sonunda 337’ye yükseldi. Sadece beş haftada vefat sayıları 20’ye katlandı. Toplam vefat sayısında 100 bin sınırına dayandık. Ama hükümetten bu konuda tık yok. O yüzden görev yine vatandaşlarımıza düşüyor. Lütfen kişisel olarak tedbirlerimizi artıralım. Maske, mesafe ve hijyene yeniden dikkat edelim.

“İCRA DAİRELERİNDE 24 MİLYON DOSYA”

Pandemi döneminde artan borçlar dedik… O dönem arşa çıkan borçlar, bugün artık ödenemez seviyelere ulaştı. Bu yılın ilk beş ayında, ödeyemediği bireysel kredi ve kredi kartı borcu yüzünden takibe düşen yurttaşlarımızın sayısı, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 83 artmış, 748 bin olmuş. Yani 748 bin hanenin kapısına icra memurları dayanmış. Ülkemizde hala 4 milyon 147 bin 977 kişinin ödenmemiş banka borçları nedeniyle yasal takibi devam ediyor. İcra dairelerinde görülen toplam dosya sayısı ise son bir yılda 1 milyon 466 bin artışla 24 milyon 53 bine ulaşmış durumda. Milletimiz sadece hayat pahalılığı altında değil, bir borç tsunamisi altında da ezim ezim eziliyor. Ödenmeyen borçlara faiz üstüne faiz biniyor. Vatandaş için hayat giderek içinden çıkılmaz hale geliyor.

“BORÇ YAPILANDIRMASI İÇİN ADIM ATIN”

Şimdi biz buradan bir çağrıda bulunuyoruz. Yandaşlarınızın kredi borcunu, vergi borcunu yapılandırmayı biliyorsunuz. Vatandaşlarımızın banka borçlarını yapılandırmak için de, acilen adım atın. En azından borcun vadesini yayın, faiz yükünü hafifletin. Milletin sırtına yüklediğiniz borç daha fazla ağırlaşmasın. Siz yapmazsanız, birkaç ay sonra bunu da biz yapacağız.

“TEK KİŞİLİK YÖNETİM MİLLETİN ÖNÜNÜ TIKIYOR”

Bu devlet büyük bir devlet, bu millet büyük bir millettir. Milletimiz her şeyin en iyisini hak eder. Türkiye’nin ekonomisini çok kısa sürede düze çıkaracak gücü de vardır, potansiyeli de vardır. Çok önemli bir coğrafi konuma, genç bir nüfusa, fedakâr emekçilere, dünyanın her yanında ter döken iş insanlarına, ihracatçılara sahibiz. Pandemi sonrasında kısalan arz zincirleri, bize bu avantajlarımız nedeniyle, çok önemli fırsatlar sunuyor. Avantajlarımızı kullanabilir, potansiyelimizi hayata geçirebilir, üçü beş, beşi de on yapabiliriz. Ama bu metal yorgunu, tek kişilik yönetim milletin önünü tıkıyor.

“ELİN BİR MİLYONCU MAĞAZASINA DÖNDÜK”

Bu çürümüş yönetim, atalarımızın bizlere canları, kanları pahasına bıraktığı bu toprakları, milletimiz için cehenneme, elin insanları içinse “Eğlence parkına” çevirdi. Paramızı pul ettiler, koskoca memleket, “Bir milyoncu mağazasına”  döndü. Bu milletin emeğini peşkeş çekiyorlar. Güya bizi kıskanan Almanya’nın emeklisi, sahillerimize boydan boya uzanıp tatil yapıyor. Güneşimizin, kumumuzun keyfini çıkartıyor. Ama bizim emeklilerimiz; üç kuruş maaş promosyonu fazla alacağım diye, yazın sıcağında o banka senin, bu banka benim koşturup duruyor. Bu hak mıdır, reva mıdır? Tabi ki Alman da gelsin, Fransız da gelsin, Rus da gelsin, Amerikalı da gelsin. Bu ülkede tatil yapsın bizde kazanalım. Fakat elin emeklisi dünyanın bir ucundan gelip bu güzelim ülkede keyif ederken, benim emeklim evinden çıkıp, birkaç yüz kilometre yol gidip Ege’de, Akdeniz’de tatil yapamıyorsa, işte bu işte ne insaf vardır, ne de adalet vardır.

“SARAY REJİMİ EVE DELİ, ELE İYİ”

Başka ülkelerin gençleri yaz tatillerinde ülke ülke gezip dünyayı tanırken, benim gencim arkadaşlarıyla sokağa çıkıp, bir çay, bir kahve içmek için elli kere düşünüyorsa, bu saraydaki çürümenin, gençlerimizin hayatına koyduğu ipotektir. Bizim insanımız her geçen gün fukaralaşırken, masasına peynir, zeytin koymakta zorlanırken, bugün elin insanı, mükellef bir kahvaltı ziyafeti çekip, bir de üstüne, “Geleneksel Türk kahvaltısı ve bu gördüklerinizin hepsi 12 dolar. “Amma ülke ha!” diye eğleniyorsa, bu, çürümüş saray rejiminin milletimize yaşattığı utançtır. Biz boşuna bu Saray rejimi “eve deli, ele iyi” demiyoruz.

“ÜRETEN FABRİKALARI SATTILAR, “BİZDEN ÖNCE TOPLU İĞNE ÜRETEMİYORDU” DİYORLAR”

Bu çürümüş rejim bugüne kadar, ata yadigârı Şeker Fabrikalarını, milletin kâğıt üreten SEKA’sını, demir çelik üreten Ereğlisi’ni, çimento-gübre ve daha nice ürün üreten fabrikalarını, TEKEL’ini, Sümer Holding’ini, limanını, arazisini 63 milyar dolara sattı. Sata sata elde bir şey bırakmadılar. Bu rejimin yönettiği ülkede; bu millet TELEKOM peşkeşini gördü, bu millet Tank Palet peşkeşini gördü, bu millet TÜRKŞEKER’in onlarca dönüm arazisinin iki daire parasına nasıl satıldığını gördü. Şimdi bu ülkenin topraklarını, bu ülkenin vatandaşlığını, Doların yeşili için satıyorlar. Bunları yaparken de çürümüş düzenin yetkilileri, “Ülkemizin yıldızı parlıyor” “Bizden önce bu ülke toplu iğne üretemiyordu, bakın şimdi neler üretiyoruz” diye ahkâm da kesebiliyorlar.

“ERDOĞAN’IN 2011’DE DEDİĞİ GİBİ…”

Artık daha fazla vakit kaybetmeden bu çürük düzeni, sandıkta evine göndermenin vakti geldi. Bugün Saraylarda oturan Erdoğan 2011’de henüz Keçiören’de bir apartman dairesinde otururken ne diyordu: “Eğer 8 yıl önce aldığın asgari ücretle, aldığın yumurtadan, aldığın sütten, aldığın peynirden, ekmekten bugün daha az alıyorsan, bize oy verme…” Olay bu kadar basittir. Eğer bu ucube saray rejimi kurulduğundan bu yana, aldığınız ücretle, artık, daha az et, daha az süt, daha az yumurta, daha az peynir alıyorsanız, bunların sorumlusunu görün. Ve bunların sandıkta biletini kesmek için, bize katılın. Bu çürümüş düzenden önce, 50 liralık benzinle idare ederken, şimdi aynı 50 liralık benzin, ibrenin ışığını bile söndürmüyorsa, bunun müsebbibi kim buna bir iyice bakın. Bize katılın.

“İKİ ADAY DEĞİL, İKİ ANLAYIŞ YARIŞACAK”

Aziz milletimiz; önümüzdeki seçimde iki aday değil, iki anlayış yarışacak. Bir tarafta Harun olacağız diye gelip Karun olanlar, diğer tarafta sizler gibi mütevazı yaşayanlar. Bir tarafta milletin iffetli analarına küfredenleri koruyanlar, milletin kesesinden faiz lobilerinin, Dolar baronlarının, yandaş müteahhitlerinin kasasına borular döşeyenler; diğer tarafta, bu vurgunu bitirmeye kararlı, milletten çalınanları yerine koyacak, namuslu, dürüst kadrolar. Bir tarafta dediğim dedikçi, milletin cebini boşaltan, otoriter saray rejimini ülkenin başına bela edenler, diğer tarafta millet iradesinin tecelligahı gazi meclisi ülke yönetiminin merkezine koymak isteyen demokrasi aşıkları. Çürük tahta çivi tutmaz. Bu çürümüş rejim artık iflah olmaz. Tüm vatandaşlarımıza sesleniyoruz: Sözümüz milletimize, katılın bize.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü, Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, yaptığı konuşmadan sonra basın mensuplarının sorularını cevapladı:

Soru- Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Cemal Enginyurt, canlı yayın sırasında gazeteci Latif Şimşek’i yanındakilerle birlikte stüdyoda darp etti. Aynı zamanda Demokrat Parti, Millet İttifakı’nın da bir parçası. Enginyurt’un bu eylemini Cumhuriyet Halk Partisi nasıl değerlendiriyor?

Faik ÖZTRAK- Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim hiçbir şiddet olayını tasvip etmemiz mümkün değildir. Hele hele basın mensuplarına uygulanacak şiddeti hiç kabul edemeyiz. Ülkemiz son dönemlerde basın özgürlüğü endeksinde giderek son sıralara doğru iniyor. Basın mensuplarına çok ciddi şiddet uygulanıyor. Bunun temel sebebi de siyasi atmosfer. Özellikle sarayın kutuplaştırarak oy alma stratejisi insanları birbirlerine karşı şiddet uygular hale getiriyor. İşte son dönemde gazeteci ve siyasetçilere yapılan saldırılara bakalım. Yavuz Selim Demirağ, Sebahattin Önkibar, Murat İde, Orhan Uğurluoğlu, Selçuk Özdağ… Bütün bu insanlara karşı hem de gerçekten canlarına kastedecek şekilde şiddet uygulandı.

Dün değil eveli gün meydana gelen eylem nedeniyle ortalığı birbirine katan yandaş medya o gün ortalarda hiç görünmüyordu. Buradan ben bir kere daha söyleyeyim, biz o gün de siyasetçilere ve basın mensuplarına uygulanan şiddete karşı çıktık, bugün de şiddetin tamamına ve özellikle de basın mensuplarına karşı uygulanan şiddete karşı çıkmaya, bunu benimsememeye devam ederiz. Bizde çifte kriter olmaz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER